Arkadaşımız, James Webb’den ilk fotoğraf geldi.
https://www.nasa.gov/webbfirstimages
İlk derin uzay fotisi Vay be… Elli küsür yıl… Ne denir ne yazılır hiç bilmiyorum.
İşte bilim, eğitim, başarı bu. Biz çok uzağız böyle şeylerden maalesef o yüzden asgari ücreti falan konuşmaya dewamke.
Neyse bu görseli Hubble’dan beklesek günlerce pozlama yapması gerekirdi ama bu fotoğraf bir günde çekilde çünkü bu makine çok soğuk çalışıyor bu sayede atomlardaki titreşim yok denecek kadar az en ufak ışığı dahi anında toplayabiliyor…
Ah bilim ah gözünü seveyim senin…
WASP-96b | Ötegezegen
Normal şartlarda onları görebilmek JWST için de çok zor bir görev ama bunun mümkün olup olmayacağını yakın yıldız sistemlerindeki ötegezegenler incelendiğinde anlaşılabilir. Hubble’dan 100 kat daha güçlü bir makine belki bunu başarabilir ancak eski usül gözlem yöntemi olan Spektrografi (geçiş yöntemi) günümüz teknolojisi baz alındığında JWST için daha gelişmiş bir enstrüman olan NIRISS ile önemli ölçüde hassasiyet kazanmış durumda.
Yukarıdaki grafik, NIRISS enstrümanının uzun bir süre WASP-96b’yi çok hassas bir şekilde incelemesiyle elde edilmiş, gezegendeki su buharının ve bulutların imzasına ait. Yani kesin olarak diyebiliriz ki ilk kez bir ötegezegende atmosfere ve bulutlara rastlandı. Fakat WASP-96b bir gaz devi yani kayaç bir gezegen değil. Yalnızca atmosferi bizim bildiğimiz yaşamdan izler taşıyor diyebiliriz. Bu da oraya uyum sağlayabilmiş herhangi bir yaşam belirtisinin varlığını güçlendiriyor olabilir. Bunun gibi milyarlarca ve milyarlarca gezegenin varlığını düşünürsek, yaşama elverişli şu ana kadar tespit edilmiş 4 - 5 bin küsür gezegen henüz bu kadar hassas incelenmedi. JWST kim bilir karşımıza nasıl verilerle gelecek fakat şu yukarıdaki grafik bile daha ilk günden bilimi değiştirmeye yetti de arttı. Çünkü bu gezegen ilk kez keşfedildiğinde atmosferi olmayan sıradan bir gaz devi olarak biliniyordu…
İnanılmaz
Yeni bir çağ başlıyor…
Yine uykularım kaçıyor arkadaşlar. Uzun olacak ama paylaşmam lazım, yazmam lazım, içimi dökmem lazım…
Geçtiğimiz haftalarda 2022 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan bu üç bilim adamının keşfi, Einstein ve ona inananların üzülmesine sebep oldu desem sanırım yeridir.
Konumuz her ne kadar astronomi ve uzay gibi kozmik bir ölçek olsa da, parçacık fiziğinin de doğasını anlamaya çalışmak ve kuantum fiziğinin evren gibi “ulaşılamayacak kadar geniş” bir varlığın da doğasını çözmemize yardımcı olacaktır diye düşünmek kaçınılmaz olmalı.
Einstein’ın deterministik bir yaklaşımla değerlendirdiği “tanrı zar atmaz” sözü, 2022 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan bu üç bilim adamının yıllarca süren deneyleri sayesinde çürütülmüş oldu. Yani bir bakıma, evren probabilistikti. Ve böylece, yıllarını bilime adamış bir idolün de yanılabileceğini deneylerle kanıtlamış oldular. İşte bilim böyle bir konu…
Peki nedir olay? Neyin ödülü bu? Ne oluyor?
Öncelikle çok basit bir şekilde anlatmaya çalışacağım ama isimler, teoriler ve bütünüyle konu ağır ve taştaşlı bir konu İnsanın sağduyusuna ters şeyler var…
Örneğin iki mıknatıs yardımı ile zıt yönde biri sağa doğru, biri sola doğru iki elektronun spin değerini ölçmeye çalıştığımızı düşünelim. Fakat unutmamamız gereken en önemli şeylerden biri şu ki o da elektronların süper pozisyon halinde olmaları. Yani ölçüm yapılana kadar aslında hiçbir değere sahip olmamaları. Yani aslında ikisinin de bütün olasılıklara hem sahip olmaları hem de sahip olmamaları… Yandı yandı biliyorum
Klasik fizikle bu deneyde, mıknatıslara doğru bu iki süper pozisyon halindeki elektronu zıt yönde gönderdiğimizde, birinin spin değeri negatif (ya da başka bir değer de olabilir) çıkarken, diğeri pozitif çıkıyor. Katrilyonlarca kez denesek de sonuç hep aynı. Yani elektronlardan birinin değeri, ölçüm yapıldığı an her zaman düşey eksende diğerinin zıttı oluyor.
Buraya kadar tamam. Peki asıl ilginç olan şey ne?
Klasik fizikle elektronları ölçmeye ya da anlamaya çalıştığımız bu deneyde mıknatıslar sadece düşey eksendeydi ve gönderilen elektronların her birinin değeri %100 ihtimalle tek bir sonuca ulaşıyordu. Peki mıknatıslardan birinin açısını yatay olarak değiştirip ölçmeye çalışırsak ne olur? Birbirlerinden yön olarak tamamen bağımsız bir ölçüm olacağı için, birinin negatif çıkması, diğerinin pozitif olmasını gerektirmediğini; dolayısı ile %50 ihtimalle bir sonucun çıkacağını gösterirdi. Peki mıknatıslardan yine birinin açısını 120 dereceye (spesifik bir değer değil) ayarlayarak aynı ölçümü yapmaya çalışsak ne olurdu? Sonuçta düşey eksene biraz daha yakın bir açıyla deniyoruz, değil mi? Evet ama hayır İşte işler burada tuhaflaşıyor…
Einstein ve ekibi, evrende her şeyin belirli bir kesinlikte olduğunu; bir başka deyişle her şeyin bir düzen içerisinde oluştuğunu ve varlığını sürdürdüğünü savunuyordu. Yani ona göre her şeyin kesin bir sonucu olmalıydı. Bu düşüncesine kuantum ölçek de dahildi. Fakat Niels Bohr ve ekibi de bunun tam zıttını, yani evrenin ve kuantumun olasılıkçı olduğunu savunuyordu. Bu da bu iki düşüncenin yıllarca bir çıkmaza girerek tartışmasına sebep oluyordu.
1964 yılında, kimsenin pek bilmediği bir bilim insanının ileri sürdüğü, aslında kuantum mekaniğinin klasik fizikten inanılmaz farklı bir doğasının olduğunu “Bell Eşitsizliği” teoremi ile gösterdi. John Stewart Bell, aslında elektronların spin değerlerini belirli kriterlerle ölçmeye çalışmak yerine; onları sonsuz farklı durumlarda ve farklı enstrümanlarla da ölçmenin getireceği sonuçların dikkat çekici olacağı üzerine bir doktrin ortaya koymuştu. Nitekim yapılan binlerce deneyin sonunda Bell haklı çıkmış, Einstein ve Bohr sürekli olarak tek bir sonucun çıkması gerektiğine inandıkları için yıllarca çatışmıştı…
Az evvelki deneyimize geri dönecek olursak, biri düşey eksende, diğeri 120 derecelik bir açıda düşey eksene daha yakın bir pozisyonda duran bu iki mıknatısa gönderilen iki elektrondan biri negatifse, diğerinin pozitif olması gerekiyordu demiştik. Sonuçta açılar birbirine yakındı ve elektronlar zıt sonuca ulaşmalıydı. Kuantumu anlamaya çalışmak için klasik fizikle yapılan bu deneyde, sonuç maalesef beklendiği gibi çıkmıyordu. İşte “tuhaf” dediğimiz şey buydu ve elektronlardan biri negatifse, diğeri %25 ihtimalle yine negatif çıkabiliyordu. Yani yine genelde pozitif çıkıyordu ama arada bir negatif de çıkabiliyordu. İşte bu %25’lik ihtimal, kuantum dünyasının bizim algılayamayacağımız kadar tuhaf bir yapısının olduğuna işaret ediyordu. Yani Einstein yanılmıştı…
Einstein’ın özel görelilik teorisine göre evrende hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemezdi. Fakat konu kuantum gibi bir evrense, neredeyse bilinen bir çok yasa ihlal ediliyordu ve kuantum evrenindeki tüm parçacıklar, ışık hızından çok daha hızlı haberleşebiliyorlardı. Yani aralarındaki mesafe her ne olursa olsun (hatta galaksinin bir ucundan öbür ucuna kadar hiç fark etmeksizin), süper pozisyon halindeki iki elektrondan birinin spini ölçüldüğünde, diğerine bu ölçüm bilgisi anında iletiliyordu. Yani hem ışık hızından daha hızlı bir şeyin varlığı tespit edilmiş, hem de evrenin kesin sonuçlar üzerine kurulu olmadığı anlaşılmıştı.
Yani tanrı, zar atıyordu…
James Webb arkadaşımızdan:
https://www.nasa.gov/feature/goddard/2023/nasa-s-webb-spots-swirling-gritty-clouds-on-remote-planet
NASA’nın Ay için hazırladığı VIPER aracından ilk görüntü:
https://www.nasa.gov/image-feature/ames/nasa-begins-building-its-first-robotic-moon-rover
James Webb işinin hakkını veriyor cidden.
Selamlar,
Hazır konuyu ihmal edeli epey bir zaman olmuşken son iki gündür etrafta dolanan enteresan bir haberi paylaşmak istedim. Biliyorsunuzdur geçtiğimiz aylarda benzer bir durum ABD Kongresi’nde de olmuştu ve bu aralar sıklığı bir kenara dursun, bu tarz itiraflar ya da açıklamalar bilimsel olmanın her seferinde çok gerisinde kaldığı için mizansen olmanın ötesine geçemiyor. Nitekim Meksika’da bulunan şu bin yıllık “insanımsı” kalıntılar da ABD Kongresi’nde yapılana benzer şekilde bilimsel gerçekliklerden uzak bir mizansenden ibaret. Biraz da geçmişte olduğu gibi devletlerin belli başlı konularda s*dik yarıştırma çabalarını da akıllara getirmiyor değil.
Bulunan kalıntılardan alınan DNA örnekleri incelendiğinde gayet ilkel bir yaklaşımla hazırlanmış ve sıradan canlılara ait olan kemiklerin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir form durumu söz konusu. Bu da geçmişteki medeniyetlerin inançlarına bağlı olarak bu tarz şeyler yapabildiklerini akıllara getiriyor. Pek ihtimal vermesem de tıbbi bir deney de olabilir.
Ayrıca incelemelerde DNA’ların %30’luk bir kısmının çözülemediğinden bahsediliyor ki bu da gayet doğal. Bin yıllık bir buluntuda bazı şeylerin tam olarak anlaşılamaması, biyolojik belirtilerin kalıntılara dönüşmesiyle alâkalı.
Sonuç olarak bu da fos çıktı.
Ayrıca alışık olduğumuz formlarda olacak diye bir safsata en fazla Hollywood gibi kültürlere malzeme oluyor yıllardır olduğu gibi. Karbon bazlı yaşam ya da mikroskobik bir yaşam gibi ihtimaller bir kenara dursun, illa eli kolu bacağı olacak diye bir kavram da asla söz konusu değil.
Bir ufo veya uzaylı haberinde filmlerdeki formların aşırı benzeri varsa o haber sahtedir, bilgisayar oyunlarında bile daha yaratıcı uzaylılar var, bizden başka canlılar varsa bile bence onların umrunda bile değiliz bizden haberleri bile yoktur.
stellaris diye strateji oyunu var, uzaylı medeniyetler vs var, insanlık olarak uzayda koloni kurmuşum hayvansı diğer medeniyetlerle savaşıyorum, 1000 ışık yılı ötede bir gezegen denk geliyor ve adamlar ateşi daha yeni icat etmiş benim medeniyetimden ve savaştan haberleri yok, dünya bence böyle bir yer.
vallahi şunu anlatmaya çalışıyorum herkese niye bizim filmlerde gördüğümüz oyunlarda oynadığımız uzaylı figüriyle gerçekteki aynı ?? nasıl olabilir bu bilinç altınıza mesaj mı geldi bu oyun dizi evrenlerini yaratmadan önce ?? hiç mi kimse sorgulamıyor bunu anlamıyorum gerçekten. bide habire ufo bulunuyo (!) ne ilginçtir ki hepsi kurgu dünyasındakiyle aynı, ulan bari insanları kandıracaksınız biraz şekile önem verin her seferinde birbirinin aynısı şekilde safsatalarla insanları kandıracaklar :d
Bu safsataların ardından şaşırtıcı ve güzel gelişmeler de oldu geçtiğimiz günlerde. Europa’dan hep ümitliydik, dediklerimiz neredeyse çıkmak üzere
Uygun vakitte yazar çizeriz.
NASA gibi büyük kuruluşlarda çalışan çok Türk var bunu biliyoruz ama bugün Türk asıllı astronotumuzun uzayda olması başka bir gurur kaynağı. Tabii bazı şeyler de eleştirilmeye açık mesela böyle şeyleri ülkemizde de görmek ya da diğer ülkelerin yaptığı gibi bu tarz çalışmalara katkı sağlamak amacıyla katılımlar sağlamak vs. gibi de neyse çok da şey yapmayalım hafif bir tebessüm edelim geçelim :):):):)
55 milyon dolar iddiaları doğruysa iyi tokatlanmışız.