Evet… Beni tanıyanlarınız iyi bilir. Yıllar önce başladım ben bu işe. Sıfırdan… Hiç bir şeyim yokken. İlk başta başkalarının araçlarıyla seferlere çıkıp kazandığım düşük yüzdeli gelirimi dişimden tırnağımdan arttırarak biriktirdim. Ama baktım ki bu iş böyle yürümeyecek, kendi kendime “Artık kendi aracını almalısın!” dedim. Bunun için bankalardan uygun krediler aramaya başladım. Şanslıydım, çok makul ölçüde bir kredi bulmuştum. Birikimime onu da katarak ilk aracımı almıştım. Bir Scania R420… Neyse çalışmaya başladım ama işler iyi gitmiyordu. Borç batağına düşmüştüm, alacaklarımı alamıyordum. Bir gün seferimi atıp evime döndüğümde posta kutumda bir mektup buldum. Açtım baktım bir de ne göreyim!.. Dişimden tırnağımdan arttırarak aldığımm göz nûruma haciz gelmişti. Sattılar aracımı. Çok dertliydim. tonla borcum vardı.Bir an önce daha çok çalışmaya başlamalıydım ama aracım yoktu. Olanlardan ders almamıştım. Tekrar kredi çekmeyi denedim ama bankalar bana kredi vermiyorlardı.Ben de en yakın arkadaşı olan Mahmut’tan benim adıma kredi çekmesini istedim. Sağolsun ikiletmedi bile çekti krediyi.Tekrar aynı araçtan, Scania R420 den almıştık. Bu sefer çok daha dikkatliydim. Hep garanti işler yaptım. Kısa zamanda işler yoluna girdi. Kâr yapmaya bile başlamıştım. Kredi borcumuz bitmişti. Tekrar çektim. bi araç daha aldım. Bir de şoför tuttum. Derken böyle böyle büyüdüm… Büyüdüm… Ve daha çok büyüdüm. Bugün ki halime ulaştım. Artık Almanya geneline hüküm süren bir filoya sahibim. Uluslararası her türlü taşımacılığı yapıyoruz, ben ve usta şoförlerimle birlikte. Neyse lafı fazla uzatmadan asıl hikâyeme başlayayım.(Buraya kadar anlattıklarım aslında benim ETS 2 ye başlama ve ilerleme serüvenimin hikayeleştirilmiş halidir.)
Geçen gün evde oturuyordum. Dünya haritasını inceliyordum. Birden içimde bir maceraperest uyandı. Artık Tüm Avrupa’ya hatta Dünya’ya açılmalıydım! Mahmut aracılığıyla ilk önce kendim için, Avrupada’nın yerleşime ve ulaşıma açık en uç noktasından bir iş ayarlamasını istedim.Hali vakti yerindeydi, uzun kolları vardı Mahmut’un. Sağolsun yardımcı oldu. Longyearbyen diye bir yerde hem iş hemde benim zevkime göre modifiye edilmiş bir Scania R420 ayarladı. Bir de bana bir süprizi olduğunu ekledi. Meraklanmıştım. Neyse bir iki gün sonra gitme vakti gelmişti. Hazırlanıp hava alanına gittim. Hava alanında beni Mahmut karşıladı. Bir özel jetin yanına götürdü beni. Çok şaşırmıştım. “Süprizin buydu demek he?” dedim şaşkın ve gülen bir ifadeyle. “Yok daha bu hiç bir şey” dedi o da alaycı bir ifadeyle. Neyse vedalaştık falan yola koyulduk. Yorucu bir yolculuğun ardından Longyearbyen’e vardığımda işverenim karşıladı beni. Kalacağım otele doğru onun aracıyla yola koyulduk. Biraz iş hakkında birazda kendi hakkımızda muhabbet etmeye başladık. O da benim gibi Türk kökenliymiş ama hayatında hiç gitmemiş Türkiye’ye. Yıllar önce dedeleri göçmüş buraya. Bu işi de bu yüzden vermiş bana. Türklerden başkasına güvenemezmiş. Neyse otele vardık, ben hemen odama çekildim. Fazla yerleşmedim ama ne de olsa sabah yola çıkacakmışız. Anlaşılan tek değildim bu yolculukta. Sabah olduğunda Amcanın şirketine geçtik yola çıkma için. İşte orada beni büyük bir süpriz bekliyordu. Geçen yıl nişanı giden eski nişanlım da buradaydı. Şok olmuştum. ama o beni göreceğini önceden biliyor gibiydi. Patron bana bir not verdi. Mahmut ban iletmesi için ona vermiş. İçinde Pınar’ın yaşananlardan çok pişman olduğunu, benimle barışmak istediğini falan yazmış. Bunun içinde en uygun zamanın bu macera olduğunu düşündüğünü ve bana söylerse kabul etmeyeceğimi bildiğin için son ana kadar haberimin olmayacağını yazmış.
Neyse tamam dedik bindik, yerleştik araca yükümüzü de sırtlanıp düştük yola.
Burası Kuzey Buz Grönland Denizi ile Barents Denizi arasında küçük bir ada olduğu için Feribotla, haritada Finlandiya sınırı dışında gözüken ama hangi ülkeye ait olduğunu bilmediğim Kirkenes şehrine geçtik.Bu arada yolculuğun daha henüz başı olduğu için ikimiz de hiç konuşmuyorduk. Kirkenes’e vardığımızda feribotla kara arasındaki köprü benim araç için biraz yüksekti sanki…
Feribottan indiğimiz sırada bir yabancı elinde fotoğraf makinesiyle fotoğraflar çekiyordu.
Az ilerde arkamdan bana işaret ettiğini fark ettim aynamdan. Durdum. Yanıma geldi. Amatör bir fotoğrafçı olduğunu ve özellikle tır fotoğrafları çekmeyi sevdiğini, benim aracımın da önünden geçerken fotoğrafını çektiğini söyledi ve fotoğrafın bir kopyasını da bana gönderdi.
Tekrar yola koyulmuştuk ve artık Kirkenes’ten ayrılıyorduk ama hala birbirimizle konuşmuyorduk.
Muhteşem manzaralar eşliğinde direksiyon sallıyordum. Pınar ise hiç bir şey söylemiyordu daha, sadece telefonuyla ilgilenip fotoğraflar çekiyordu. Sonra arka taraftan bir adet drone çıkardı ve uçurmaya başladı. Bizi ve etraftaki muhteşem manzarayı çekiyordu. Manzara muhteşemdi belki ama yol tam aksine çok sert virajlarla doluydu.
Denize sıfır gidiyorduk ve o muhteşem deniz kokusu bizi büyüleme başlamıştı bile.
Artık birbirimizle konuşmaya başlamıştık ama yalnızca manzaranın ve doğanın güzelliği hakkında cümle kurabiliyorduk. Yolun bu bölümü ise kapatılmıştı. Sanırım yolun devamında heyelan olmuştu ya da büyük kayalardan bir kaç parça yola düşüp yolu trafiğe kapmıştı.
Fakat bu olay bize bu güzel köprüden geçme fırsatı sunmuştu. Göürünüşü bana memleketimin eşsiz güzelliklerinden olan Boğaz Köprüsü’nü hatırlatmıştı.
Yola doğanın eşsiz güzellikleriyle devam ediyorduk. Dereler, köprüler, göller hep bizimle beraber geliyordu, sanki bizi evlerinin kapısında karşılamışlar da salona kadar eşlik ediyorlardı. Öğlen olmuştu ve takomu kontrol ettiğimde biraz dinlenme vaktimin geldiğini gördüm. Bunun için uygun bir yer bakındık haritadan ve Ivola denen bir şehre girdik. Şanslıydık ki orada Norrdfood vardı. Aracı uygun bir yere park ettik ve yolculuk için biraz alış veriş yapıp bir cafede oturduk, dinlendik.
Tekrar yola koyulmuştuk. Yine bir sessizlik hakimdi araçta. Bu sessizliği bozan patronun ve ardında alıcının beni arayıp yolculuğun nasıl geçtiğini, hiç polis çevirmesiyle karşılaşıp karşılaşmağımı sordular. Yolculuğun iyi geçtiğini, hiç polis çevirmesiyle karşılaşmadığımı belirttim ikisine de. Etrafta bol bol orman vardı e tabîî doğal olarak kereste fabrikaları da. Bu ikisinin arasında ilerlerken yolun büyük kısmın geride bırakmıştık. Tekrar takomu kontrol ettiğimde artık uyuma vaktimin geldiğini fark ettim. Artık daha fazla araç da kullanamazdım hem. İki gündür çok yorucu yolculuk ediyordum. Hemen ilk gördüğümüz otele giriş yaptık. Şanslıydım ki otelin karşısında bir benzinlik vardı. Tekrar yola koyulmadan önce burada depomu fullerim diye düşündüm.
Artık sabah mı oldu yoksa akşam mı oldu anlayamadım saat farkı o kadar kafamı bulandırmıştı ki. Neyse kalktığımızda saat 17.30 du. Gidip mazotumu aldım ve tekrar yola koyulduk. Yaklaşık 5 saatlik yolumuz kalmıştı ki o da ne!? Sinyal vermeden dönüş yapan biri… Kupayı kurtarmıştık ama mâlesef dorse için aynı şeyi söyleyemem. Neyse ki Karşı tarafta fazla bir hasar yoktu. Hemen patronla ve alıcıyla görüştüm. İkisi de madem fazla bir hasar yok, karşı taraftan i-ban numarası almamı istediler hasarın masrafını ödemek için. Çok telaş yapmışlardı ama ikisi de malın durumunu sormamışlardı. Tek söyledikleri polisi karıştırmadan aramızda halletmemizdi. Bir şey anlamamıştım, herhalde zaman kaybetmeyim diye böyle istediler dedim kendi kendime. Neyse karşı taraf da anlayışlı çıktı söylenenleri yapıp uzaklaştık.
Artık medeniyet yüzünü göstermiş gibiydi. Tabi yine de yol kenarlarında bol bol geyikler vardı. Pınar, kazadan korkmuş olsa gerek, dile geldi; bu zamana kadar neler yaptığından falan bahsetti. Ben sadece aracı kullandım. Diyaloğuna karşılık bulamamış olduğundan tekrar telefonuna gömüldü ardından dronu çıkardı. Görüntü almaya başladı.
Arık Pınar’la yan yana olmaktan sıkılmıştım. Bir an önce Karsamaki’ye varmak istiyordum. Elimden geldiğince gaza yüklendim.
Ve nihayet iyi bir haber. Hedefe 96 km…
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun daha ardından Karsamaki’ye varmıştık.
Vakit kaybetmeden yükü boşaltacağım şirketi buldum. Kapıda dosya işlemleri falan derken en son bana numarası verilen boş kapıya yanaştırıp bıraktım dorseyi, hasar tespiti vs. yapıldı, ücretimi alıp otelimize yerleştik.
Şimdi ben bunları size beş gündür kalmış olduğumuz otelden yazıyorum. Bir sonraki iş için Mahmut’tan haber bekliyoruz. Peki hiç sormayacak mısınız “Şuana kadar ne taşıdın sen?” diye? Çünkü esasında bende bilmiyormuşum gerçeği. Kağıtlarda “Havuç” yazıyordu ama meğersem bizim patron ile alıcı arasında uyuşturucu kaçakçılığı dönüyormuş. az önce gazete okudum bende. Çekmiş olduğum dorse de yaklaşık 5 kg uyuşturucu ele geçirmiş polisler. Şimdi daha iyi anlıyorum, neden sürekli polisle karşılaşıp karşılaşmadığımı sorduklarını, beni polisten uzak tutmalarını. Meğersem bu yüzdenmiş. Çok şükür ki ben dorseyi çekerken yakalanmadık. Ha tabi polisler olaydan sonra benimde ifademi almaya gelirler muhtemelen. Bakalım göreceğiz neler olacağını…